DR. MASAKI KAKU

Felsefe Nedir?

Mar
06

Felsefe, hayat ve bütün hususlarda yorumlamaya tâbi düşünceler silsilesidir. Sağlıklı düşüncede felsefe, insanı kâinat ve hakkındaki her şey ile buluşturur. Bütün konu ve ahvalde felsefe yapılabileceği gibi, en esaslı konularda yaratılan büyük düşünce ve mantıkî fikirler felsefeyi oluşturur. Felsefe dersleri, methodlar uyarınca yanlış olur ise, öğrencilerin onu tahsili imkânsızdır. Daha çok dil olan felsefeye giriş, lisânın tam manasıyla mükemmel esnek ve tarzda kullanımına zarurettir. Bundan ötürü, dilde mükemmeliyetçiğe mecbur felsefe dersleri, evvelâ lisan becerisi öğretmenlerin en mühim mesleği olmalıdır.

Felsefe Türkiye’de niçin itibar edilmiyor? Zîra, onu yaratan sağlıklı fikriyat, insanlarda bulunmuyor. İnsanlar, düşünce yolıyle ulaşabilecekleri cevheri tanırlar ise, psikolojik mes’elelerde yanlışa meyleden düşünce rahatsızlığından mahrum, en derin edâ ile her an teşkil olan bu yüceliği sevecekler ve tamamen bağlanacaklardır.

Felsefe, meselâ hayatın en ufak unsuru veyâ beşeriyetin en mühim konusu olabilir. Felsefe kitapları ayırt edilmek olarak her şeyde farklı yorumlarda bulunabilir. Felsefî filozoflar için ayrı ayrı noktalarda tesbitler yapılabilir. En esas olan, herkes için bambaşka yüce düşünce mesleği olan felsefe, kişiyi tecrübe, feraset, azamet ve basiret olarak büyütebileceğidir.

İnsanların düşünebilme kabiliyetinin var olması demek, en önce tecrube, lisan, malumat ve terkibi maneviyat ile beraber olmasıdır. Felsefe bu dört esas maddede gerçekleşir. Maneviyatı olmayan insan serbestçe düşünemez, lisandan mahrum kişi kâfi derece yorumlayamaz, malumatı bulunmayan şahıs ise felsefî beceriye sahip olamaz.

KURT

Hayatın Değeri

Şub
25

İnsan hayatına yön veren cevher psikolojidir. Ruh halleri, moral ve maneviyat itibarı ile insanı hayatî hareket, bir konuya sevk eden mühim esaslardandır. İnsan aslen mecbur ve zaruretten yaşıyor gibi görünse de, hayatın en ufak kaybında onu tutmak için sarf edeceği çaba ve gayret olağanüstü olacaktır. İnsan moralini daima aynı seviyede tutmak mümkün olmasa da, hayat şevk ve isteğini yitirmeyen kişi, iradi olarak sarsılmayacaktır. İrade demek olan hayat, insanı hareket etmeye zorluyor. Hareket etmek için bulunan tanrısal durum, insandan hiçbir şart ve şeraitte kopmayacak kadar şiddetlidir. Bir şey yapmak ve bu bağlamda müspet netice almak insandaki moral kaynağıdır. Şayet hiçbir şey ve hiçbir şekilde harekette bulunmamaya adanmış insan ise, maneviyat ve isteksiz kalarak intiharı dileyecek kadar acizdir. Hayatın kıymeti, başarı ve mühim karakter esasları gibi, dünya ve bütün cemiyetlerine bir şeyler katmak, önemli yerlerde imza bulundurmak, bu yol, suret ile dünyayı kucaklamaktır. İnsanı hayattan alıkoyan kötülükler, büyük irade vasıtasıyla aşılabileceği gibi, yalnızca ondaki seçenek, tercih hareketi “ben buradayım” edası ile haykırmalıdır.

KURT

Japon Olmak

May
06

Japonların en çok saygıda bulundukları varlık, insan ve onun bütününü oluşturan göktür. Her şeyden başka olarak öncelikle insanı değerli kılma inancı hakimdir. Japon toplumuna ileri düzeyde kötü veya olumsuz hiçbir davranış sızmaz. Çünkü onlar yüzyıllardır var olan toplumsal bilinci asla yitirmemişler, üstelik olgunlaştırmışlardır. Toplumdaki herbir birey dünya ve bu bağlamda hayat hakkında kapsamlıca bilgiye sahiptir. Bundan ötürü Japon toplumu hayat ve yaşamak manasında tam anlamıyla uzman kimselerden oluşuyor.

Biz üstünüz!, inancı yoktur. Ancak Japonlar dünya üzerindeki katkılarıyla tabii ki üstündür. Biz üstün bir ırkız demiyor, üstün olarak kabul ediliyorlar. Yalnız geçmişiyle övünmüyor, geleceği yaratıyorlar. Böyle olduğu durumda da tarih ve mazilerini bütün dünya milletleri övüyor.

Başlıbaşına bir sanat, müzik dili olan Japoncadaki sözcüklerin hiçbiri rastgele meydana gelmemişlerdir. Japoncada var olan hemen hemen her hece başka dillerde de aynen varlık bulmuşlardır. Japonca, konuştukça insan istençsel bir güç veren en olağanüstü, hoşça dildir. Dünyayı tanımlayabilecek ışıklı bilgiyi sunmak, Japonca sözcüklerin benzersiz gücüyle olanaklıdır. Çünkü bu dil, doğru çağrışımlarıyla insan ruhunu besliyor, onu göklere kadar çıkarabiliyor.

Japonyadaki eğitim, çocukları bilgilerle donatmak değil, en başta büyük bir karakter ortaya çıkartmaktır. Çünkü karakterin büyük olmadığı yerde gerçekten insan yoktur. Yaratılan büyük karakter, ardından bilgileri yalnız kendisi bile oluşturabilir. Bu bakımdan Japonyada eğitim, yalnız öğretmen ve bir tahta değil, çocuğun bizzat kendisidir. Henüz küçük yaşta bir Japon çocuğu türlü düşünceler ortaya sürebilir. Yıllar sonra da bu nitelik zirve yapmış olur. Bundan başka asla ezber olmaksızın, düşüncelerde bulunmak kuralına uymak çok güçlü bir önem taşır. Japonyada ezberci olan hafıza hamallı kişilere asla değer verilmez.

Çocukların gözyaşları bir Japon için dünyanın en üzüntü verici olayıdır. Çocukları hayat unsurlarıyla tatmin etmek büyük bir görevdir. Onların ulaşması gerek olan yaşam anlamının aşılanması daha en küçük yaşta başlanmaktır.

“Çocukların beyinlerini sürekli bir faal duruma getirmek, sonra her şeyi tanrıinsan kadar düşünebilecek seviyeye ulaştırmak.”

Eski ve tarihî Japon inancında “kadın” tanrıdır. Bir ülkenin çağdaş olup olmadığını ancak kadınlarına bakarak görebilirsiniz. Japonyadaki çağdaşlığı belirleyen unsur ilk başta kadınlardır. Hem katan, hem düşünen bir bütünlük gibi olan bu kadınlar, herkesçe önemli bir yerde tutuluyorlar.

KURT

Hudutsuz Aksiyon

May
06

İnsanlar daima ilkin en zor olandan başlamalıdır şeklinde bir teori öne sürdüğümde, çünkü böylelikle kolay olanı da kavramış oluruz, derdim. İnsan aslen hiçbir koşulda hudut tanımayan, ulvi niteliğe sahip olan bir varlıktır. Böyle olduğu için insan, ruhunda barınan irade yoluyla her şeye uzanabilir manasını taşır. İradenin ulaşamadığı yerlerde başlayan ızdıraplar çektikçe insanda olan iç dava daha da kıvılcımlaşarak onu artık hudutsuz kılmaya başlar. İnsan ve insan iradesinde hiçbir sınır olmadığı halde ona devamlı olarak acizlik tanısı koyanları anlamak güçtür. Şöyle izah edelim, insan, ancak aksiyonsuzken acizdir. İnsanla ezelinden beri bütünleşmiş olan aksiyon, insandan hiçbir şekilde koparılamaz. Aksiyonun mahrumiyeti durumunda olan insan derhal ölecek ya da ölmek için dilenecektir. Acizlik diye yalnızca buna denebilir. Yaşamsal neşvedeki maneviyatı sonsuz merhalede tatmış olan her insan hareket ve başarı alanında sınırsızlaşmış olduğunu hissetmektedir. Bunun için insandaki yüksek moral ihtiyacı, bu bağlamda da onu doyurmak zorunludur. Sınırsız insan kavramındaki süper varlık, bir bakıma manevi çevresinin de sınırsız olmasıyla beraber ortaya çıkmaktadır sanıyorum. Pınarı ızdırap olan mutluluk ve sarsılmaz güçlü moral olmadıkça insanın yaşam sahasında yükselmesi zorlaşır.

Düşüncede sınırsızlık, düşüncenin sınırsız olarak attığı adımlarla gerçekleşir. Bu da fikri, zihni ve ilmi bir aksiyondur. Doğru noktalardan başlayan düşünceler, daha sonra adeta şahikaya yükselecektir. Toplum, topluluklar arasındaki popüler düşünceler yerine her insanın kafasında yer etmemiş, var olmayan, oldukça zor şeyler üzerinde düşünmek kişiyi ilkin aydınlatacak, nihayetinde onu yüksek basirete ulaştıracak ve herkesten ayrı kılacaktır. Herkesin sahip olduğu düşünceler taşımak, dünyayı da herkesin gördüğü gibi görmekten başka bir şey değildir. Hudutsuz insan şekline göre kişi, herkesten başka üslupta, yepyeni bir anlayışta olmalıdır. Yeni şeyler söyler, konuşur ve uygular. Bir söz ya da fikri tekrar etmek onun mesleği değildir.

Dünya, yaşamı anlamanın güç olduğu gibi, insanı tamamiyle kavramak ve tanımak da aynı şekilde büyük bir zorluk taşır. Zihnimizde Tanrının düşüncelerine ulaşamadığımız gibi, tıpkı içinde bir Tanrı olan insanın iç dünyasına da kolay kolay giremiyoruz. İnsan, esrarlı derununda ayrıca bir dünyada yaşıyor. Bunun içindir ki insanı her şeyden güçlü kılan o yegane unsuru bulmak zor iştir. İçeride yalnızca bize özgü olan dünya, dışarıda herkesle birleştiğimiz bir hareket dünyası vardır. İçimizdeki hareketi ortaya koyan şey olmadığında, dışarıda da hareket edemiyoruz. İnsan her şeyiyle birlikte aksiyonda bulunmak için düşünür. Aksiyon kuşkuusz onu en ileriye taşıyarak süper insan mertebesine kadar yükseltecektir.

İnsanın felsefesi yalnız güçtür. Tabiatında güç olan insanın, rekabet alanında güçsüz kalması utanç vericidir. Bedensel ve ruhsal güç olmadığında insan için yaşamın sürmeyeceği gibi, zarar verilmiş olan kişilik ve hayati değerlerin yokluğunda da yaşam devam etmeyecektir.

İnsanın yaradılışında süper varlık ünvan ve niteliği vardır. Fakat bu niteliğe kavuşmak için düşünmek, bu bağlamda da hareket etmek gerekiyor. Hareket etmeyen insan bütün mahiyetini yitirecektir. Bugün önemli bilim, sanat insanları hareket ettikleri için yüksek ün ve mevki bulmuşlardır. En kısa tanımıyla duran insan yeniliyor ve birçok ruh ve bedensel hastalıklara maruz kalarak tahrip ve en sonunda mahvoluyor. Süper insan olarak tanımladığımız kişiler, hayat doludur. Çünkü onlar aksiyon ve hareket etmekten sakınmıyorlar. İnsanın hayata dair ilk adımı, kesintisiz ve daimi adımlar olmalıdır.

İnsana acizdir diyen kimselerin tek isteği şey onu aciz kılmaktır. Yalnızca bu tür kimseler aciz, güçsüz, hareketsizdirler. İnsanın içindeki dünya, işte onun sonsuz kudretidir.

KURT

Ferdiyet ve Millet

May
06

İnsan mevcudiyetini etraflıca tedkik edersek, insan, dosdoğru millet, vatan ve bir devletin apaçık malı değildir. Mukaddes gördüğü vatan ve millet siyasetiyle unuttuğu ferdiyetini imha eden insan nihayetinde kendisini yok edecektir. Toplumu oluşturduğu gibi ferdiyet, milletin de esasıdır. İleri seviye millet, elinde sadece milleti kalmış zavallı millet ferdini istemez. Milletin esası dediğimiz ‘fert’ dedikodu siyaseti yerine, başarı, ilerleme ve insanlığa bir şeyler katma felsefesi yaparsa, işte o halde ‘millet’ kötü münakaşalara maruz kalmaz. Milletin büyük çoğunluğu arasında kaybolmak üzere olan fert, millet davası yolundaki mesleğini derhal bırakmalıdır. Yoksa işte bu noktada artık ferdiyetin uğrayacağı maddi, manevi zararlar büyük olacaktır. Şayet ‘millet’ büyük çoğunluk ile doğrudan millete uzatılmış zehri şuurunu elde edemeyip yok etmiyor ise, yalnız kalmış yegâne ferdiyetler artık zararlı millet davası uğruna o zehri cebren içeceklerdir. Buna millet edebiyatında fedakârlık deniliyor. Biz ise ‘aptallık’ diyeceğiz. Mazideki büyük başarı adamları, başarıları kadar insanlığa çoğu hadise ve hatıralarında ibretler de arz etmektedir. Siyasi bir meseleye kendimizi vakfetmek mevzusuna geçelim. Devlet tarihindeki bazı abidevi insanlar, hayatlarında olduğu kadar, ölümlerinden hemen sonra küfür ve aşağılama ile anıldılar. Hâlbuki bu insanlar, çok mühim tarihi veya siyasi davalar işliyorlardı. Onlara büyük dava adamları dendi. Fakat ne yazık ki irade ettiklerine bakılırsa, kattıkları şey ‘hiç’ kadar… Çünkü şuur kazanamamış ‘millet’in çoğunluğu içinde yalnız ve yegâne kaldılar. Demek istiyorum ki, millet külli ve tam bir millet şuuruna sahip olmaz ise, ferdi kıymetlerimizi anında bu zararlı ‘millet’e teslim etmemizin hiçbir manası yoktur. Ferdiyet kavramının önemini belirtmek, ferdin bütün ferdi menfaatını var etmek demek değildir. Sağlıklı bir fert, toplumu, toplumlar milleti, sağlıklı millet ise sağlam devlet siyasetini oluşturur. Fert, ferdiyeti itibariyle sağlıklı değil ise, millet, sağlıklı devlet siyasetini kuramaz ve yaşatamaz. Sadece milletiyle övünen fert, aslında ne olup bittiği anlamayacak ve kahvehanedeki dedikodu siyasetinden ileri gidemeyecektir.

Üretemeyen fert, üreten ferdin esiridir. Başaramayan millet, başaran milletin maddi ve akli kontrolündedir. Geçmişin geleceği kurtaracağını zannetmek, ilerlemeyi durduran ilk engel noktasıdır. Uyutulan fert, uyumayan ferdin sözlerine hiçbir anlam vermek istemeyeceği gibi, zararlı millet, kendi yolunda olmadığı sürece sağlıklı ferdi hep ezmek isteyecektir. Fert olarak bizler, en önce değerli ferdi hayatımızı talep ve irade etmeliyiz. Bu sağlıklı ferdi irade, sağlığı kaybolup büsbütün zararlı hale gelmiş millet tarafından bir anda yok edilebilir. Bu sebeplerden dolayı fert, büyük çoğunluğu zararlı olan ‘millet’ maruzuna kalmamış ise ancak, devlet ve millet siyaseti ‘dava’sı istemelidir.

Sağlıklı fert, şüphesiz zarar teşkil eden millet mesailerine bulaşmaz ise ferdi sağlığını müdafaa eder. Zira akılsız, akıllıya akılsız diyecektir. Akıllı olan güya akılsız içinse akıl hastaneleri çoktur.

Millet, şuur cevherini bütünüyle kaybetmişse, artık tek çare imhasıdır. Zira sağlıklı fertler, sağlıksız millet ile artık hiçbir zaman mücadele edemezler. Mücadele ettiğinde fertler, düşman diye hayali düşmanla ve kendi kendisiyle mücadele edeceklerini akıllarına getiremez olacaklar. Zararlı ve akli sağlığını kaybetmiş millet, yine, düşman diye aslında hayali düşmanla ve kendi kendisiyle savaşacaktır.

KURT

Nurettin Topçu

May
06

Nurettin Topçu, genç yaştaki yeterli mekteb seviyesinden sonra Fransa’da tahsîlini, akabinde doktorasını yapmış, tercîhen de Türkiye’de felsefe öğretmenliğine başlamıştır. Felsefî ve doktrin esaslarını Fransa’da Maurice Blondel gibi kıymetli filozoflar ile tanışmasıyla inşâ etmiştir. Blondel’dan devr aldığı “Hareket Felsefe”sini, Türkiye’de neşrettiği Hareket Mecmuasında bu felsefî düşünceyi çeşitli konular ile de yaymağa gâye etmiştir. Topçu, o sıralar Türkiye’deki karışık siyâsî fikriyâta yazılarıyla müdahale etmemiştir, ama, siyâsî fikir ve ideolojiyi, kendi felsefî mizaç ve düşüncelerini temel alarak tenkîde tutmuştur. Topçu’nun Anadoluculuk cereyânı, aslında tamamiyle yanlış ve hatalı idrake uğramıştır. Topçu Anadolu insanın kasd ederek, Anadolu insanının mevcûd seviyesini yüceltmek değil, fikrî ve tab’en bir inkilâb ile Anadolu insanın düşünce ve ruhen terfî ettirilmesinin lüzûmunu ima etmiştir. Bu, zamâne kültür ve bilgi seviyesi kâfi olan Istanbullu cemiyyetin, aynen Anadolu’ya fikren ve tab’en intikâlinden gaye edilmesi ile bahsinden mürekkebdir. Bu mânâda Topçu metin ve kitaplarında, kasd ettiği coğrafyadaki fikrî ve insânî devrimin zarûretinden bahs ediyor. Hareket Felsefesinde ise, kâinatta her şeyin hareket ile işleyiş halinde olduğunu, hareketin insanı yaşayan her şeyden mühim şey ve mevzu olduğunu iz’an etmiştir. Blondel’dan tercûme ettiği metni okurken yorumlu iktibâsını alır isek: “Daha önce yaşamak istemeyi ne kabul etmiş ne de talep etmiştim. Ama benden hiçbir zaman kopmayacak ebedî bir hareket dünyası var. Bu îtibarla kâinatın zarûreti olan hareket dünyası vardır. Eğer ben hareket etmezsem, dışarıda benim dışımda hareket edenler, aleyhimde hareket edeceklerdir.” Bu bakımdan bütün yazılarında Topçu, hareketin insandaki zarûreti, kâinata ve onu teşkîl eden kuvvete tek imkân ile ancak hareket ile cevap verilebileceğini ifade etmektedir. İnsan hareketinin Tanrıya bağlı olduğunu, ona ulaşılabilecek felsefî düşüncenin ebedî hareket tatbîkiyle beraber, yine fikrin yüce mertebesi tasavvufun yol açacağının hakîkatinden söz etmektedir. İnsan, henüz doğmadan önce taleb etmediği yaşama hareketini, teslîm aldığında, ondan kopamaz ve onu redd edemez. Bu yüzden insanoğlu Blondel’ın hareket’in her şey olduğu tesbîtini, belki en basit felsefî konu olan “hareket ve aksiyon” cereyanının bu derece kuvvetli yönünü atlamışlardır. Hareket ve mutlak işleyiş, şâyet kâinattan alınmış ise, ona ancak hareket ile cevap vermek, zarûrettir. İnsan hareketi ne derece kuvvetli olursa, Tanrıya o merhalede yakınlaşmaktadır. Hareket kıymeti tahrîb olmuş insanda, ızdırap ve elem o derece üstündür. Felsefe sistemleşmiş “hareket”, her şeyi mevcûd eden irâdenin insandaki bütün akisi’dir, denebilir. Bu konuyla bağlantılı olarak, incelerseniz bu web adreste birçok yazılarım vardır.

Nurettin Topçu, bir dâvâ adamı mıdır? Hayır, ama Türkiye’deki, Türkiye târihindeki sayılı veyâ tek felsefe adamıdır denebilir. Neşrettiği ve yazdığı “Hareket Mecmua”sı birçok sayıda çıkmıştır. Üniversitelerde öğretmenlik yapılmasına mâni olunduğu için, mecburî olarak ancak liselerde muallim olduğu halde hiçbir şikâyet ve isyânı olmamıştır. “Zîra mabede nasıl giriyor isem, sınıfa da o mertebe kıymet ile giriyorum” demiştir. Türkiye’de tanınmış olan birçok öğrenci yetiştirdiği gibi, çeşitli ilimlerde ders kitapları dahî yazmıştır.

KURT

Zaman ve İnsan

May
06

Öncelikle kişisel fikrime dayanarak gelecek temelde olmayan ve direkt olarak insanların meydana getirdiği bir şeydir demek istiyorum. Böyle olduğundan ötürü de o, şimdi dahilinde olan insan için düşünülemez. Her insan geleceğini kendi beden aksiyonlarıyla belirliyor. Bundan anlaşıldığı kadarıyla da geleceğimizi bizler aksiyon yaptıkça kuruyor, oluşturuyor ve her geçen saniye ardından bir sonraki dakikaya ulaşmak için çabalıyoruz. Geçmişimiz, geleceğimize bütünüyle etki ediyor. Bu bakımdan geçmişte yaptığımız eylem, yaşadıklarımız bizleri gelecekteki duruma ve yine bir sonraki duruma ulaştırıyor. Masamız üzerinde duran bir bardağı kaldırıp başka bir yere götürmek gibi olan geçmişin gelecekteki olan tesiri, geçmiş ve gelecek bütünüdür. Zamanı oluşturan en kuvvetli unsur ya da başlı başına şey aksiyondur. Dünya üzerindeki aksiyon tamamen durduğunda zaman yok olacak ve artık sonlanacaktır. Bununla ilintili olarak aksiyon ve zaman kuşkusuz aynıdır, birbirlerine aynılık sunarlar. Aksiyonsuz insan için zaman, onun aleyhine işler. Çünkü hareket etmeyen kişi aksine dışarıdaki herkes aksiyon halindedir. Zamanın önemine tümüyle itaat etmek, onu iyi kullanmanın sırlarını bizlere açar.

Her anı sürekli olarak geçmişte kalır ve birkaç saat geleceğe uzanıp tekraren geçmişe gider. Geleceğin geçmişe, geçmişinse geleceği olan evrimi ilginçtir. Ancak gelecek, geçmişin esiri değildir. Çünkü gelecek, ancak bizleri bekleyecek ve kucaklayacak olan zaman türüdür. İnsanın zamanla olan mücadesi, değişmeyen tek gerçektir. Anılar zamana mağlup olduklarında kötü olur ve hafızalarda yalnız kalırlar. Söz etmek isteğim, gelecek de bir çeşit geçmiş yapraklar gibidir. İki zaman kavramının da aslında aynı olmasıdır. İlginçtir ki insan hiçbir zaman bu iki kavramı yaşamıyor. Bu anlamda farklı olarak mutlak bir biçimde “şimdi” kavramına tabiyiz. İnsanlar yalnız “şimdi” olan zamanı yaşıyor.

Geleceğini düşünen insan, onu “şimdi”de olduğu zaman boyunca uygulamalıdır. Yoksa yalnız düşler ya da umutlarda kalan gelecek hiçbir şekilde gerçek olamaz. Geleceğimizden değil de, “şimdi” yaptıklarımızdan ürkmeli, korkmalıyız. Çünkü yalnızca “şimdi” bizlerin geleceğini tayin eden yaşamsal bir hakikattir.

Yaşamımıza anlam katmak adına zamanla birlikte uyum göstermeliyiz. Bedenimiz her saniye işleyerek bizleri zaman ve yaşamda tutuyor. Yaşam gibi zamanı da reddedemiyoruz. Kısaca zaman, insanı eyleme sürükleyen şeydir.

Yalnız bir ya da birkaç zamanımızı dolu geçirmek, bir sonrakini ister istemez boş bırakmak ve yaşamaktır. Zaman uyumu, zamanın normal seyrinin izlenilmesiyle beraber geleceğimizi işte gerçekten oluşturmaktır. Zamanın insana anlatmak isteği müzik, yaşamak ve bu bağlamda yapmaktır.

Zaman ve zaman kavramını kısaca farklı şekilde tanımlayalım. Ne gelecek ne de geçmiş vardır. Oysa yalnız yaşam sürdüğümüz an olan “şimdi” vardır. İnsan aksiyon yaptıkça zamanı oluşturur. Zaman, aksiyonun bir bütünüdür. Dünya da aksiyon yaparak zamanı oluşturuyor.
İnsan aksiyondan kaçamadığı gibi zamanı da ortadan kaldıramaz. Zaman, insan için kah lehinde kah da aleyhindedir. Böyle olduğu için zamanı tanımak onu yalnız bilmektir. Zaman, yaşam sunar. Yaşam, zaman içinde yürür. Hatıralar geçmişte kalarak insan için artık kötüdür. Hatıralar, yeni hatıralar hep sürekli olur. Böylelikle geleceğin geçmişe evirimi ortaya çıkar. Zaman, şimdidir.

KURT

Zamanı Düşünmek

May
06

Bilim insanları fikri uyarınca insan zamanın dışına çıkamaz. İnsan ise hareketten kopamaz. Einstein’a göre insan hareket halinde olsun olmasın, yine bilgisi ve farkındalığı haricinde hareket halinde olduğu için, zaman hep ve mutlak surette işler. İnsanı hayatta tutan ve zamana bağlayan esas unsur insanın aksiyonda olmasıdır. Bu bağlamda insan ölümü, zamanın insandaki tatbiki ve bütün şahsi hayat zamanını sonlandırır. Yani zaman, insanın aksiyondan kopmasıyla, ancak o insanda bitmektedir. İnsan belleğini tamamen işlevsiz hale getirirseniz, bir önceki anı ile sonraki anılarla bağlantı ve ilişki kuramaz halde olduğunda, geçmiş ve gelecek düşüncesi yok olur ve zaman yalnızca “şimdi”deki dünya hareketlerini algılayan bellekte o an için yer alır, daha sonra tekrar ve mutlak “şimdi”yi yaşayan insan modeli ortaya çıkar. Bu bakımdan insan hayatındaki “zamanı” büyük nispette insan belleği işlevleri inceler, tetkik ile bağlantılar yaratıp beyinsel zaman fikir ve kanısı oluşturur. Geçmişi düşünen insan, “geçmiş”te olanları isteği an idrak ve hatırlar, istemsiz bilinç halleri ile de beyninde kendi zaman silsilesini oluşturur. Peki, oluşturamaz hale gelir ise? Yalnız geçmişi değil, gelecekte yaşayacağı her şeyi o an unutan insan modeli düşünelim. Böyle olduğunda ”insan zamanı” ve insan için zaman kavram ve zaman fikriyatı olmayacaktır. Ya zaman yalnızca aksiyondan meydana geliyorsa? Veya zaman kelimesini, aksiyon olarak tercüme etmek istersek? Bunların tüm şüphe tenkidi, “zaman” sadece, belki yeterli seviyede işlevli zekaya sahip “bellekli-hafıza” insan için varsa? İnsandan farklı hayvani türlerde zaman, işlevsiz ve zekasal yönde kontrolsüz bellekte oldukları için, zaman var ise de zaman düşüncesi yoktur. Zaman düşüncesi olmadan zaman nedir? Zamanın kendi başına var olması, fakat söz konusu hayvani türün “zaman”ın dahi farkında olmaması. Bu durumda “şimdi”zaman” kavramı, daima “şimdi” yaşayış hali. Ne geçmiş ne de gelecek olmadan, “şimdi”… Bu zamanın, büyük nispette insanda varlık bulduğunu, “zamanı düşünme”, “zamanları hatırlama,”, “geçmişten ileriye ilişki kurma”, “geleceği planlama”, “zaman hakkında söz etme”, gibi zamansal kavram itibari ile göstermektedir. Evrende her şey aksiyon halindedir. Evrenin içinde olan her şey ise aksiyon yapmak zorundadır. İstemli canlılar, aksiyonsuz kalma gibi imkanları olmadığı gibi, insan, yukarıda bahsettiğimiz gibi zamanın dışına hareketsiz kalamayıp, her saniye teneffüs etmesi halleri gibi, çıkamayacaktır. Geçmiş anımsama, gelecek planlamak, fakat her şey şimdi mertebesine geldiğinde icra etmektedir. Geçmişi anımsayan insan belleği, geleceği kuran insan zihnidir. Yaşanılan anda, aksiyon vardır. Aksiyon ile zamanın mutlak birlikteliği bahis konusu edilebilir. Zira bu iki kavram birbirleri olmadan hiçbir şey ifade etmezler. Felsefedeki “irade” tanımı, kendiliğinden veya bir kuvvete tabi olsun, yine irade etmekten evren doğmuştur. İrade etmek demek olan hareket ederek oluşturup yapmak, zamanı meydana getirir, sürdürür ve kendisinden sorumlu insanın aksiyondan kopmasıyla ölümünde durur. Eğer insanın yaşaması için gerekli bedensel aksiyonunu durursanız, insanda zaman ölür. Geçmiş ise kişiyle beraber işlevini yitiren belleğinde yok olur. Zaman belki salt, fakat zaman uygulamaları herkes için farklıdır. Bu itibarla herkeste ayrı plan ve hatıra ihtiva ve girişim yarattığı için yaşayış anının hızlı-yavaş seyriyle beraber görecelidir.

Netice, zaman salt bir kavramdır. Fakat zamanı düşünme yeti ve idraki yeterli zeka ve iradesinin kontrol edebildiği zihin, bellek işlevi sahibi canlı için geçerlidir. Hayat sahibi olmayan hareketli maddeler için “zaman düşüncesi” yoktur. Zaman olmadan aksiyon, aksiyon yok iken zaman olmaz. Zamanı fikren meydana getiren asıl husus, geçmişi hatırlayan, geleceği planlayan, saati idrak iden, insana yöneliktir.

KURT

Psikanaliz

May
06

Bilginiz ve malumatınız bulunmadığı ibare, sembol vb. öğelerde gözleriniz bunu görür, belleğiniz işler ve ileri zamanda tanıyarak bilinçaltından bilinç haline eğilim, meyil yaratır. Bunlar kâh, ideolojik veya kâh bir fikriyatı temsil edebilirler. Bu tür ideolojik sembol ve görüntü, fikirsel ve anlam ihtiva eden resimlerin aşılanması, genellikle gizil olarak teknolojik ortamda yaşanmaktadır. Teknolojik ortam harici, insan, bilinçaltına gördüğünün ve işittiğinin farkında olmaksızın işleme ve kayıt etme yapmaktadır. Mesela sokakta herhangi bir hadise, gezdiğiniz, seyahat ettiğiniz herhangi bir yerdeki, farkında olmadan ve dikkat dahi etmeden işitip, görüp, temas ettiğiniz eşya veya görüntü, bilinçaltınıza işlemektedir. Sohbet ederken, sadece kulağınız dinlediği ve dikkate almadığınız söylem ve ifadeler, daha sonra görüntüler olarak da zihniniz ve bilincinizde aniden ortaya çıkmaktadır. İlham kavramının esaslı yorumu, bilinçaltı-şuur-dışında yer bulan söylem, ifade, görüntü gibi bütün bu gizil tepkilerin, kaynağı ve zemini bilinmeden kişide ilham halinde vuzuh bulmasıdır.

İnsan gözü, bir videoda saniyede en fazla 24 kare, istisna olarak 30 kare yakalayabilmektedir. Bütün bu karelerden yalnızca birini değiştirir iseniz, şuur halinde insan, farkında olarak göremeyecektir. Fakat göz tanır, bu, şuur-dışı, bilinçaltı etki yaratır. Teknolojik ortamda video veya resimlerde, gizli köşelere sembol ve insan malumatı olmayan ilginç şekil ve kareler koyarsanız, bu, herkesin bildiği gibi kişide bilinçaltı tesir yaratacaktır.

O halde bilinçaltı tesir nasıl oluşur?
Bilinçaltı-şuur-altı, hareket ve insan eylemlerine de yansımaktadır. Mesela sevdiğiniz türden bir film izlediğinizde, daha sonra o filmde olup, biten ve yaşanan aksiyonları uygulamak istersiniz. Size gizil bir güç gelir ve, izlediğiniz video, film, görüntüler ruh halinize ve tabii psikolojinize külli derece yansır. Başka bir yerde veya insanın dışında olan etki, şayet insanda aynısını ve aynen uygulanma arzusu yaşatıyor ise, bu bilinçaltının ruhsal bir tesiridir.

Bir insan kafasını duvara çarptığında veya herhangi bir uzvuna zarar geldiği anda, elini o bölgeye istemsizce ve kendi şuur kontrolü haricinde koymaktadır. Bu insandaki bilinçaltının, ani ve defaten kişide eyleme yansımasıdır.

Bilinçaltı durumlar nasıl gözle görülür ortaya çıkar?

Şayet zihin hastalığına yakalanırsanız, bilinçaltınıza daha önceden yerleşmiş her şey, sizden istemsizce, bütünüyle zihninizde görmeye başlarsınız. Mesela hiçbir şekilde dikkat etmeksizin herhangi devlet bayrağını gördüğünüzde, size daha sonra gayet tanıdık gelebileceği gibi, bilinçaltı-şuur-altından şuur haline geçerken tesbitini dahi yapabilirsiniz. Sayısız şuur-dışı ifadesi olan bir görüntü veya teknolojik ortamda video seyrettiğinizi düşündüğümüzde, hareket halleriniz olağanüstü değişebileceği gibi, bütün ruh ve psikolojik tepkileriniz bir süre, bilinç-altı yönlendirmeler sayesinde değişeceğini varsayıyorum.

Bilinçaltı nedir?

Şuur insanı hayata bağlayan unsurdur. İnsan hep şuuru ile yaşıyor. Şuurun, bir de bilinmeyen, insan kontrolünde olmayan harici yani şuur-dışı durumu vardır. Bu şuur-dışı durumlarda, insan gördüğü, işittiği, yaşadığı her şeyde çalışma ve kayıt halinde işlemeler yapmaktadır.

KURT

Çin Tarihi

May
06

Çin’in en eski ve başlangıç tarihi Xia’ya, Xia Hanedanı’na tahmini-(2200-1600) dayanmaktadır. Xia Hanedanı hakkında arkeolojik kayıt ve veriler, buluntu ve ispat konusu gayet az olduğu halde, bütün Çinli tarihçi ve araştırmacılar bu hanedan hakkında yüzde yüz emin olarak Xia’yı büsbütün kabul etmişlerdir. Günümüzde hakkında yeteri kadar veri ve bilgiye ulaşılamayan Xia’yı, akabinde Shang Hanedanı takip etmiştir. Çin tarihinin ve Çin tarihi kayıtlarının asıl ve esas başlangıç dönemini teşkil eden Shang Hanedanı, Çin’in kültürel ve askeri teknolojisinin de yapılanma ve ilerlemeye başlama dönemidir. Shang’ın asırlar içindeki hakimiyetinin sonunda Zhao Hanedanı bugün sadece Çin’in iç ve asılını kapsayan bölüme egemen olmuştur. Zhao Hanedanı’nı oluşturan asıl zümre kuzeylilerden oluşmaktadır. Daha sonra merkezi hakimiyet ve otoritesini kaybedip, Çin’in 16 derebey-devlete bölünmesinin önüne geçememiş ve yalnızca küçük bir yerde kendi hakimiyetine bir süre devam etmiştir. Konfüçyüs de bu dönemlerde ortaya çıkmıştır. Parça parça bölünmüş Çin’i Qin Kralı ve daha sonra Qin İmparatoru olacak olan Qin Shi Huang M. Ö. 221 yılında birleştirmiş ve Çin tarihinin ilk imparator olmuştur. Fakat Qin Hanedanı (M. Ö. 221 – 206) salt otoriter ve mutlak merkezi güç kullanımı, kanuncu ve yasakçılığından dolayı Çin’de uzun süre egemenlik sağlayamamıştır. Qin hakimiyeti yıllarında Konfüçyüsçülük gibi merkezi kanun ve yasadan farklı görüşlere ait veri, kitaplar yakılmış, görüşçüler ise gömülerek öldürülmüşlerdir. Qin Shi Huang döneminde, Çin birleştirildiği gibi, bugünkü büyük Çin topraklarının temelleri atılmıştır. Ülke güneye doğru genişlemiş, Kansu bölgesine kadar yakınlaşmıştır. İlk imparator Huang, bugünkü efsanevi toprak askerler gibi Xi’an bölgesinde günümüz için büyük kültürel ve medeniyet eserleri sağlamıştır. Kendisinden önce yaptırmaya başlayan krallardan sonra, Çin Seddini bir bütün halinde birleştiren de ilk imparator Qin Shi Huang’tır. Çin Seddinin neden ve hangi sebeple yapıldığını Çin tarihi kaynakları, ülkenin sınırını belirlemek ve düşük tabaka köle ve bütün tebaanın ülkeden kuzey bölgesine kaçmasını engellemek olduğunu yazmaktadır. Qin Hanedanı döneminde yapılıp bitirilmiş olan“Toprak Askerler”, imparatorun kötü ve menfi düşman ruhlarından korunması amaçlandırılarak yapılması istenmiştir. En önce bunun için gerçek askerlerin kullanılması istenmiş, daha sonra topraktan sanatsal şekilde askerler türetilmesi kararına varılmıştır. Qin Hanedanı’ndan sonra M.Ö. 206’da(tahmini M. Ö.202) Çin’i asırlarca hükmedecek olan Han Hanedanı hakimiyeti başlamıştır. Han Hanedanı sırasında, Hanlar batıya ve doğuya seferler yaparak, ülkeyi bugünkü veriler ise altı milyon kilometre genişletmişlerdir. Samguk Sagi kayıtlarına göre Hanlar bugünkü Kore’nin kuzeyi ve eski Mançur bölgesi Kore kökenli devletlere hakimiyet kurmuşlardır. Bugün Çin ve Çin insanları, halkına adını veren Han Hanedanı’dır. Üstelik aslına bakılırsa Han adı Çinlileri temsil ettiği gibi, Çin Tarihinin en esaslı hanedanlarından biri sayılmaktadır. Han Hanedanı’nın M. S. İlk asırda nüfusu yaklaşık 17 ve 18 milyon civarıdır. Bu sayılar dahi Çin’in daima insan nüfuz ve gücü olarak diğer devlet ve halklardan çok önde olduğunu gösteriyor. Han Hanedanı kurulup Çin’de büsbütün hakimiyet kurduktan sonra, Qin Hanedanı kanuncu ve yasakçılığı ortadan kaldırılmış ve tam tersi olarak Konfüçyüsçü öğreti ve doktrini ülkeye egemen olmuştur. Han Hanedanlığının başına geçecek olan İmparator Gao’nun ailesi bir çiftçi zümreden oluşmaktaydı. Han Hanedanı döneminde ülkenin kültürel, medeni ve askeri teknolojisi diğer bölge ve devletlere kıyas ile olağanüstü gelişmiştir. Üstelik dikkat edildiğinde, askeri teknolojide çağ değiştirebilecek olan demirden, çeliğe teknolojisi de ilk defa Hanlar tarafından kullanılmıştır. Kağıt teknolojisi de ilk defa Hanlar döneminde bulunmuş ve kullanılmaya başlanmıştır. Han Hanedanı asırlar hakimiyet yıllarında çeşitli fikir, doktrin gibi, düşünsel ve felsefi okulların bir hayli sayıda ve neredeyse bütün bölgelerde açıldığını ve hizmet vermeye başladığını görüyoruz. Bu aslında Çin’in fikir doktrinin en temelli, ilk başladığı yılların aslında kanun ve yasada abartılı davranmayan Han Hanedanı yoluyla olduğuna rastlayabiliyoruz. Han Hanedanı’nın hakimiyetini kaybettiği dönemler, ülkenin üç farklı bölgeye ayrılmasına tekabül etmektedir. Bunlar Wei – Wu ve Shu adlı merkezden ve birlerlerinden bağımsız devletlerdir. Cao Cao (Sao Sao) gibi, Zhao Yun, Zheng Fei, Guan Yu gibi Çin tarihi kayıtlarda adları sürekli geçen ve Çin tarihinin büyük kahramanları da bu döneme rastlamaktadır. Daha ileri tarihlerde, fazlasıyla karışan Çin’i uzun asırlar sonra tek çatıda toplamayı başaran “Sui Hanedanı” olmuştur. Sui Hanedanı kayıtlarını dolduran hadiseler başlıca kuzey kültürlü istilacı ve iç isyanlardır. Sui Hanedanı iç isyan sonrası, yerini Tang Hanedanı’na (M. S. 608 – 907) bırakmıştır. Tang Hanedanı’nın kalıcı ismi Li Shimin, ülke topraklarını batı, kuzey, doğu ve güneye doğru genişleterek, hatta Mançurya’ya kadar seferlere bizzat kendisi katılmıştır. Çin’in en entrikalı ve yoğun entrikalar yaşamış hanedanı, Tang Hanedanı’dır. Tang Hanedanı o zamana kadar batıya en çok açılmış olan ve diğer devletlerin iç ilişki ve hükümlerine karışmış olan ilk imparatorluktur. Tang Hanedanı ve Çin’in başkenti Ch’angan, o tarihlerde dünyanın en zengin ve refah içinde olan ülke ve şehridir. Çin Tang dönemi yaşadığı güç ve refahı daha sonra uzun asırlar Ming Hanedanı’na kadar yaşayamamıştır. Söz konusu Ch’angan dünyanın en gözde ve zengin şehri olduğu gibi, o yıllarda Tang Hanedanı kadar güçlü ve otoriter, bulunduğu bölgeye tam anlamıyla hakim olan dünyada başka hiçbir devlete rastlanılamaz. Tang döneminde, Çinliler tarafından dünya tarihini değiştirecek olan barut teknolojisi keşfedilmiştir. Daha sonra Talas yoluyla “barut” batıya taşınmıştır. Büyük Tang Hanedanı hakimiyetini yitirdikten sonra Çin iki farklı ülkeye bölünmüştür. Kuzeyde Jin, güneyde Song Hanedanı olarak bölünmüş bir Çin görüyoruz. Dünyada Moğol İstilası başladığında, ilkin Jin ve uzun bir süre Song Hanedanı Moğol hanedan zümresiyle Yuan olarak birleştirilmiştir. Yuan Hanedanı yüzölçümü olarak Çin tarihinin sayılı devletlerinden biridir. Yuan Hanedanı sırasında Japonya gibi ada ülkelerine tarihi seferler yapılmıştır. Uzun bir süre sonra Çin’in milliyetçi askerleri ortaya çıkmış ve Moğol hanedanı, fakat sonraları Çinleşmiş Yuan devrilmiştir. Nihayetinde Çin, milli bir devlet olarak Ming Hanedanı hakimiyetine başlamıştır. Ming Hanedanı hakimiyetinde, Çin’in kültürel zenginlik, içtimai mutluluk ve askeri gücü olarak zirve yapmıştır. Ming Hanedanı döneminde Çin’in denizcilik ve denizler arası keşifleri başlamıştır. Ming Hanedanı döneminde Çin teknoloji seviyesinin dünyada eşi ve benzeri yok derecede ileridedir. Ming Hanedanı’nın son yıllarında büyük köylü ve çiftçi isyanı bütün bölgeler ve hatta başkente kadar sıçrayınca son Ming İmparatoru kendini asmıştır. Bu sırada hain bir Ming generalinin teklifi ile kuzeydeki Mançular ülkeye girmekte istifade etmişlerdir. Mançuların ülkeye girmesinden sonra isyan bastırılıp, büyük nispette köylü ve çiftçi yerlerine geçmeye zorlanmışlardır. Mançu dönemi Qing Hanedanı, onsekizinci yüzyıla kadar iç ve dış ilişkilerde normal seyir izlerken batılı insanlar ile savaşmaya zorlanmıştır. Ülke büyük oranda bölündüğü gibi, birçok bölge işgal altına girmiştir. Afyon savaşları gibi, birçok isyanlar çıksa da, bunların hiçbir başarısı olmamıştır. Bunun başlıca sebeplerinden biri, Çin’in her zaman, bütün tarihi boyunca kendi kendisiyle, bizzat kendisi ile savaşmasıdır. Qing Hanedanı yıllarında, ülke ve hanedan hiçbir zaman dışarıyı ve dış güçlerin gelişim ve askeri gelişimini önemsemiş olmamasıdır. Tarihi bir tekerrür olan dışa kapalı devlet modeli, Qing Hanedanı yıllarında olumsuz tesirler vermiştir. Qing Hanedanı 1911 yılında tamamen devrilmiş ve Çin’in son imparatoru, hanedan, Mançurlar ülkeden sürülmüştür. Mançu saç şekilleri gibi, bütün adetler yasaklanmıştır. 1911’den sonra Çin bölgesi daha karışarak büyük savaşlar yaşamıştır. Japon istilası, Çin tarihinin en kanlı savaşı olan Çin İç Savaşı gibi Çin tarihinin bütün büyük olayları neticesinde 1949’da Mao Zedung Çin Halk Cumhuriyetini ilan etmiştir.

Xia – Shang – Zhou – Qin – Han – Sui – Tang – Jin – Song – Yuan – Ming – Qing – P. R. C.

KURT